29 Eylül 2016 Perşembe

TİRİL TİRİL TİRİLYE




Bloguma epeydir ara vermişim. Oysa ne çok yer birikti. Yazılacak ne çok şey var.
Ama hala gidilecek yerler bitmiş değil.
Her yer, her şehir yepyeni bir deneyim, yepyeni bir macera.



Aslında uzun süredir bir Gürcistan ve Uzungöl yazım var rafta beklettiğim. Neyse Karadeniz'i biraz daha bekleteyim. Henüz tazeyken yakınlarda ziyaret ettiğim şirin yerleşim yeri Tirilye'yi kaleme almak istiyorum.




Tirilye, Bursa'ya bağlı çok sevimli bir belde. Tirilye diyorum ancak 1936'te 'Zeytinbağı' adını almış bu sevimli belde. 2011'de yeniden eski adı Tirilye'ye dönmüş olsa da hala tabelalarda Zeytinbağı'nı görebilirsiniz, şaşırmayın.





Ulaşımı da oldukça kolay. Biraz aktarma yapmak gerekiyor, birkaç kez de sormak o kadar. Mudanya halkı pek içten ve samimi kime sorsanız yardımcı oluyor sağolsunlar. Biz Kadıköy'den atladık deniz otobüsüne, Güzelyalı'da indik. Ardından 10 dk'lık bir minibüs yolculuğuyla Mudanya'ya, Mudanya'dan da başka bir minibüsle yarım saate yakın bir sürede Tirilye'ye vardık. Aslında direkt Güzelyalı'dan giden araçlar da varmış, dönüş yolunda öğrendik.



Eski bir yerleşme Tiriyle. Zamanında Rumlar'ın yaşadığı bir balıkçı kasabası. Aynı zamanda zeytinleri pek meşhur. Biz de gelirken biberli yeşil zeytinlerinden aldık, afiyetle yiyoruz kahvaltılarımızda.


Tirilye zamanında bir Rum yerleşmesiyken Osmanlı egemenliğine geçmiş. İki kültürün izlerini de görmek mümkün.

Eski adıyla Aya Todori Kilisesi, şimdiki ismiyle Fatih Cami ve Taş Mektep görülmesi gereken tarihi yapılar.


Taş Mektep, Rum döneminde okul olarak hizmet vermekteymiş. Ardından 1924'te Kazım Karabekir tarafından öksüz yurduna dönüştürülmüş. Ancak işin üzücü yanı, bu güzel yapının şu anda kaderine terk edilmiş olması. 













80'lerden bu yana öylece duruyormuş bu yapı. Bakımsız, terk edilmiş... Herhangi bir faaliyet yok ne yazık ki.

Bir de Yavuz Selim döneminden kalma 'Avlulu Hamam' var tabi. İhtişamlı ve hoş bir yapı olarak zamana meydan okuyor.

Asmalı Kahve'yi pek sevdim. Tepede tüm manzarayı gören sakin bir mekan. Bizim gittiğimiz gün baya rüzgar vardı. Asmalı Kahve'nin sıcacık çayları içimizi ısıttı adeta. Hemen girişinde de zeytin, tarhana gibi kendi mahsüllerini satan yerliler var. Marketlere uğramak yerine onlardan alışveriş yaptık, pek de memnun kaldık. Dilediğin kadar zeytin tadabiliyorsun =)






Açıkçası Tirilye'ye gittiğimde hayal kırıklığına uğradım. Gitmeden önce ufak çaplı bir araştırma yapmıştım. Görülecek yerlere ve tarihine dair. Bu kadar bakımsız ve tarihini kaybetmeye yüz tutmuş bir yerleşmeyle karşılaşacağımı ummamıştım.















Eski Rum ve Osmanlı evleri hala var. Ama yeni binalar birkaç katlı apartmanlar aralara serpiştirilmiş ve bu güzel tarihi doku zedelenmiş. Etraf kirli ve bakımsız. Daha önce Cumalıkızık'ı ziyaret etmiştim mesela. Orada da tarihi dokunun yer yer tahribi mümkün tabi ama Tirilye'ye kıyasla baya iyi durumda. Tirilye sokaklarında arnavut kaldırımlarında ilerlerken, tam tarihin o gizemli yollarında kaybolmuşken karşınıza yeni bir yapı ya da öylece park edilmiş bir araba çıkabiliyor. Sonra hop çıkıveriyorsunuz onca duygunun içinden bir anda.

Yine de geçen zamana inat, tüm bu tahribata rağmen hayatta kalmayı sürdürüyor Tirilye. Arnavut kaldırımlı sokakları, eski Rum ve Osmanlı evleri, tarihi yapılar ve köşe başlarındaki zeytincileriyle sevimli bir kompozisyon oluşturuyor.

Yine gider miyim bilmem ama gidersem daha güneşli bir günde gideceğim kesin. =)















19 Mayıs 2016 Perşembe

Terk...





Uzun zamandır yazmaya ara verdiğimi fark ettim. Günlük telaşlar, koşuşturmacalar, modern zamanın insanı robotlaştıran rutin düzeni derken bir türlü kafamı toplayıp da yazı kaleme alamadım blogumda. Herşeyin bir zamanı var derler. Bilmem, yazılmak için doğru zamanı bekliyorlardır belki de.


Aslında anlatmak istediğim kentler, insanlar, kültürler var ama bugün şapkam yeni bir kenti sizlere anlatmak değil, kentten kaçıp gitmek istiyor. 'Şapkam Nereye Ben Oraya' koydum ben bu blogun adını ve evet öyle de, o nereye giderse ben de onu takip etmek üzere çıktım bu yola ve takip edeceğim de. Uzun zamandır aklımı kurcalayan ve yapmayı hep hayal ettiğim o şeyi 'modern yaşam' diye tabir edilen insanı robota çeviren, yatıp kalkma saatlerimize kadar hükmeden bu sistemden artık çıkıp gideceğim.

Bu fikrimi gerçekleştirmek için 50 yaşımı falan da beklemeye niyetim yok. Şu an 24 yaşındayım ve acayip kararlıyım. En güzel zamanlarımı bu kokuşmuş şehirde daha fazla heba edemeyeceğimin farkına vardım derinden.




Daha sakin, daha nezih, daha duyarlı, daha oksijenli, içtenlikli insanları olan, şarıl şarıl suları akan, bir yerden bir yere ulaşmak için onlarca araç değiştirmeye ihtiyacımın olmadığı, bitkilerin olduğu, yaşam enerjimi çekip alan yüksek binalardan, gökdelenlerden uzakta, gökyüzünü alabildiğine görebildiğim, masmavi, uçsuz bucaksız bir yerde yaşamalıyım. Akıl sağlığım için ve daha iyi şeyler kazandırabilmek için bu evrene evet, bu boğucu düzenden çıkıp gitmeliyim.





Parası, egosu, sahtelikleri, grilikleri şehrin olsun. O bozulmayan köy kokan Anadolu'ya kurban olayım ben.



Bu karara nasıl mı vardım? Aslında uzun zamandır aklımda olan bir fikirdi bu sadece yeşermeye ihtiyacı vardı. İnsanın hayatındaki köklü değişimler aniden, bir anda geliveriyor. Bu anlık bir aydınlanma gibi bir şey. Ya da sanırım bu benim için geçerli bir durum. İçimde filizlenen düşüncelerin yüzeye çıkması için ani silkelenmeler yaşamalıyım. Tabi yaşamın akışı da etkiliyor bu fikri.



Geçtiğimiz gün işten çıkmış Kabataş İskelesi'nde vapur bekliyordum. İnsanlar koşuşturuyor, bir telaş bir telaş... Vapuru kaçıranlar feryat figan... Halbuki 10 dk sonra bir vapur daha var. Ben de oturdum izledim bu deli dana gibi bir o yana bir bu yana koşuşturan, sürekli bir yetişme ve geç kalma telaşı içinde olan insanları. Sonra düşündüm 'Ben bu sürünün neresindeyim? Ben de onların bir parçası değil miyim? Ne yapıyorum kendim için, memnun muyum bu düzenden?' Önümden telaşlı kalabalıklar akıp giderken koca bir 'hayır' dedi iç sesim. 'Hayır!' E ne duruyorsun öyleyse artık risk alma zamanı gelmedi mi?



Göç, iliklerine işleyince insanın sanırım sabit kalamıyor, hele de böyle bir düzende.
O zaman yeniden söylemeli:


'Kalktı göç eyledi Avşar elleri.'